AGUSTOS2021 Zekeriya Şimşek
Ahmet Hâşim’in İzmir’i
Ahmet Hâşim’in İzmir’i Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak… Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…   Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer? Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta… “Merdiven”, edebiyatımızın “çirkin şair”i Ahmet Hâşim’in (1887-1933) adıyla özdeşleşmiş şiiri. Şiirlerinin toplamı doksan beş civarında olan A.Hâşim, gezi ve deneme yazarlığından çok bir “saf şiir” ustasıdır. Belleğin şairdir O, “şimdiki zaman”ın şairi. Yahya Kemal için “tarih” neyse A.Hâşim için “şimdi” odur. Bağdat’ta merhaba dediği dünyaya Kadıköy’den veda ederken arada İzmir’den de geçer. İzmir Sultânîsi’nde (bugünkü Atatürk Lisesi) Fransızca ve edebiyat öğretmenliği yapar: 1910-1914. Bu yıllar, bir İtalyan kadına âşık olur A.Hâşim. Yakın çevresine âşık olduğu kadının ne kadar muhteşem ve erişilmez bir güzellikte olduğundan bahseder durur. Öyle ki kadını gördüğü an itibariyle yemekten içmekten kesilir. Artık dünyası değişmiştir. Nereye baksa kadının hayaliyle karşı karşıyadır. Ancak bir türlü kadınla tanışmak ve duygularını açmak cesaretini kendinde bulamaz. Ne yapıp edip İtalyan kadının karşısına çıkacaktır ama... Yakın çevresindeki bir kadından, İtalyan kadın ile tanışabilmek için, yardım ister. Kadın, A.Hâşim’e yardım edecektir... İtalyan kadın ile A.Hâşim’i bir araya getirecek sonra da yanlarından uzaklaşacaktır. A.Hâşim’in günlerce hayalini kurduğu an gelip çatar. Ancak A.Hâşim’in eli ayağına dolaşır. Heyecandan ne yapacağını bilemez. Sevdiği kadınla konuşamayacak kadar kendini kötü hisseder. Sonunda kaçıp ortadan kaybolmakta bulur çareyi. Böylece İtalyan kadın ile tanışma hayali suya düşmüş olur. Vazgeçmez, kadının çevresinde dolanmaya devam eder. Kendisine cesaret veren ve yardım etmek isteyen arkadaşlarına rağmen, bir türlü kadınla tanışıp konuşmaz. Platonik bir aşktır bu. Hiç kimsenin nasihatlerini dinleyecek durumda değildir. Arkadaşları, A.Hâşim’in mutsuz olmasına tahammül edemezler ve ona bir oyun oynayıp neşelendirmek isterler. A.Hâşim bir akşam arkadaşlarıyla birlikte Karşıyaka Kulübü’nün (lokal) yolunu tutar. İtalyan kadın da ailesiyle birlikte oraya gelecektir... Bunu öğrenen usta şair yine heyecanlanır! Yerinde duramaz. Ancak öyle bir oyun oynanacaktır ki A.Hâşim’e, tüm huzuru kaçacaktır. Arkadaşları, İzmir’in zengin ailelerinden birine mensup bir gençten, A.Hâşim’in hoşlandığı kadını kaçıracakmış gibi davranmasını isterler. Sevdiği kadının kaçırılacağını öğrenen A.Hâşim, büyük bir telaşa düşer. Soluğu hemen bu gencin yanında alır, işin aslını öğrenecektir: “Gerçekten İtalyan kadını kaçıracak mısınız?” Genç adam, böyle bir şeyin olmadığını söylese de davranışlarıyla kadını gerçekten kaçıracağını hissettirir A.Hâşim’e. Genç adam, sürekli olarak masasından ayrılarak camdan dışarıyı izler. Öfkeli bir halde “Daha gelmediler, vay canına!” diye kendi kendine söylenir. A.Hâşim ise sevdiği kadının kaçırılacağı endişesi ile “Kim bunlar? Kimler gelecek?” diye İzmirli gence sorular sorar. Genç ise “Adamlarım, adamlarım... Bu saate kadar atları hazır edip, bana ıslıkla işaret vereceklerdi” diye A.Hâşim’in sorusunu yanıtlar. Olayın gerçekliğinden hiçbir şüphesi kalmayan usta şair, yanındaki arkadaşı Yakup Kadri’ye dönerek “Acaba gidip kadının ailesine haber versek mi?” diye sorar. Bunun üzerine Yakup Kadri’nin kendini tutamayıp kahkaha atarak gülmesiyle oyun ortaya çıkar. A.Hâşim öfkelenir, kalkıp gider ve uzunca bir süre ortalıkta görünmez, arkadaşlarıyla görüşmez. Yakup Kadri, “Ahmet Hâşim” adını taşıyan monografik eserinde yaşantıların ya da gerçeklerin değil, bunların kendi hayalindeki yansımalarının, dış evrenin iç evreninde uyandırdığı düşsel ve duygusal çağrışımların, çağrışımlarla bütünleşen izlenimlerin şairini; şiiri kadar naif, fakat bir o kadar aksi, alıngan, tatlı dedikoduya meraklı, bazen pornografik ve/veya benzersiz hayalleriyle “kendine mahsus saatleri olan” bir insan olarak çok hoş anlatır: “Ahmet Hâşim’le, İzmir’de bütün bir yıl geceli-gündüzlü bir arada yaşadık. Bu müddet içinde bir defa ne bir tek mısra yazdığını, ne bir tek şiir okuduğunu gördüm. Ona, göz ucuyla bakardım da Ş’ir-i Kamer’i, O Belde’yi yazan adam, sahiden, bu adam mıdır derdim?” Şair-şiir-İzmir, bir gizemli değerler üçgenidir.